4. bölüm

Background color
Font
Font size
Line height

"Ya abin biliyorsa?" diye sordu Nil. Elimdeki kalemin ucunu ısırırken bakışlarımı son birkaç saattir uğraştığımız projeden ayırmadım. "Abim nereden bilsin ki?" diye sordum ama bilmesi mantıksız da değildi. Yine de ona güvenmiyordum, sırf bana inat olsun diye yanlış bilgi verebilirdi. İnternette araştırmıştım ama her kaynak farklı bir bilgi aktardığından artık hepsi allak bullak olmuştu. Ders kitaplarımız da yanımızda değildi. Yani, ne yapacağımızı şaşırmıştık. Daha dün gece motorumun üzerinde uçuyordum bu gece nasıl bu projelere takılı kalmıştım? 

Nil ayağa kalktı ve bakışlarında yine o inatçı ifade belirdi. "Çocuk dördüncü sınıf tabi ki bilecek. Ben sormaya gidiyorum." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Nil bazen çok uyumlu da olsa bazen inanılmaz inatçı olabilirdi ve bunu da en iyi ben biliyordum. "Hayır Nil sakın." dediğimde o da ne yapacağımı anlamış ve kapıyı  açmıştı bile. O koridorda abimin odasına koşarken ben de onun ardından koştum. Nil sadece göstermelik bir şekilde kapıyı çalarak odaya daldı ve ben de onun ardından koştum. Normalde abime sormasında sorun yoktu ama aramızdaki inatlaşma bir oyuna dönüştüğünden şuan onu engellemek benim görevimdi. 

Ama oda boştu. Nil ile sadece birkaç saniye bakıştık. İkimizin de yüzünde neşe saçan gülümsemeler varken ne kadar mutlu olduğumuzu yeniden fark ettim. Nil hızlı bir hareketle merdivenlere koşarken ben de abimin dağınık yatağının ayak ucundaki yastığı aldım ve onun ardından koştum. Merdivenlerde sert ve hızlı adımlarımızın sesleri yankılanırken ikimiz de kahkaha atıyorduk. Tam sona yaklaştığında yastığı ona fırlattım ve o yalpalarken hızla inmeye devam ettim. Tam iki basmak kalmıştı ki o da yastığı alıp bana fırlattı ve tüm dengemi mahvetti. 

Ben onun üstüne düşerken Nil çığlık attı. İkimiz de yere yığılırken ayağım sehpaya çarptı ve sehpa da yere devrilerek gürültümüzü arttırdı. Mahallede sesimizi duymayan kalmamıştır diye düşünürken Nil benim yanımda uzanırken "Ömer!" diye seslendi abime. Soluk soluğa kaldığımdan göğsüm hızla inip kalkarken "Allah belanı vermesin." diye homurdandım. O sırada bize doğru yaklaşan adım sesleri duydum. Bir saniye? Çoğul mu? Hayretle başımı kaldırdığımda karşımdaki görsel ile şok oldum.

Abim alnını ovuşturuyordu, onun arkasında Göktuğ ve Eymen kahkaha atıyor, hemen yanlarında Kerem, Aras ve Göktuğ sırıtarak bizi izliyor ara sıra kıkırdıyorlardı. Bizi bu duruma yanımda iki seksen yatan kız düşürmüştü. Ona tepki verme veya kendini koruma şansı bırakmadan yastığı ucunda tutup yüzüne vurdum ve ayağa kalktım. Saçlarımı az önce açtığıma şükrettim, o topuzla Atlas'ın karşısına bir daha çıkmak istemezdim. Ya da hiçbirinin. Kaşlarım çatık bir şekilde "Siz burada ne yapıyorsunuz ya?" diye sorduğumda abim başını hınçla kaldırdı. Bakışlarında hem öfke hem de eğlenmiş bir ifade vardı. Bana kızıp kızmayacağından emin değildim ama en tatlı gülümsememi takındım ki abim yumuşasın. Yoksa evin içinde iki tur da o attırırdı bana. 

"Canım abim, güzel abim, istediğin bir şey var mı? Hemen hazırlarım." dediğimde arkadaki Göktuğ ve Eymen'in kahkaha sesleri daha da yükseldi. Onlar yerlere yatarak gülerken ben de yavaşça geriye adımlıyordum. Camları kontrol ettiğimde sağımdakinin açık olduğunu gördüm. Oradan verandaya atlar sonra da tüm hızımla kaçardım. Ben bu planı kurarken abim de öfkeyle bana bakıyordu. "Asıl sen ne yapıyorsun abiciğim? Ne bu hal?" dedi çakma bir tatlılıkla. Bu andan sonra kaçmam gerektiğini anlamıştım. Yardım çağrısı için diğerlerine baktım ama hiçbiri oralı olmadı. Bakışlarım en çok Atlas'ın üzerinde dolandı ama o da bu durumdan çok keyif alıyormuş gibi gözüküyordu. 

Gözlerinde ise farklı bir şey vardı. Sevgi ve özlem. Bu ortam onu hem rahatlatmış hem de eski bir şeyleri hatırlamasına sebep olmuş gibi. Aynı bakışı annemin fotoğraflarına bakarken ben de takındığımdan çok tanıdıktı. Bu kaşlarımın az da olsa çatılmasına neden olurken bir kere daha onun hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Duygularını tanıyordum, anlıyordum ama yaşadıkları çok uzaktı bana. Hiç bilmiyordum acılarını, neşelerini. Kimdi o?

Nil ise beni kurtaran kişi oldu. "Sana bir şey soracaktı da." dediğinde hem ben hem abim şaşkınlıkla açılmış yeşil gözlerimiz ile ona döndük. Göktuğ artık kahkahalarının arasında nefes alamayarak yere yığılmıştı. Eymen de onun yanında gözlerinden yaşlar gelerek gülüyordu. "O bana bir şey sormaz ki." dedi abim hala şaşkın olduğu sesinden belli olarak.

"Aklı olan sormaz." Burnundan soluyarak boğa gibi bana döndüğünde bıkkın ifademden arınıp yine tatlı gülümsememi kalkan olarak kuşandım. Bu şuan beni ondan koruyabilecek tek şeydi çünkü ve ben bunu çok uzun süre önce kabullenmiştim. Bu sırada sıradaki kurtarıcım Kerem oldu. "Neden salonda devam etmiyoruz?" dediğinde koşarak salona geçen ilk kişi ben oldum. Yine de koşarken Atlas'a omuz atmadan geçmedim.

Ben daha nasıl olduğunu anlamadan salonda bir sohbet ortamı açıldı. Anladığım ve anlamadığım kadarıyla abimler bir proje ödevleri olduğundan toplanmıştı ki bu salon zeminine boylu boyunca yayılan kağıtlar ve kalemlerden belliydi, Kerem de öylesine eğlence olsun diye gelmişti. Eğlence olarak kastettiği şey Nil'i görmek olacaktı ki bu ikisi salonun bir kenarında fısır fısır konuşuyordu.

Solumda Göktuğ sağımda da abim oturuyordu, karşımda ise Atlas vardı ve altın sarısı gözleri sürekli bendeydi. Bense bir abimle bir Göktuğ'uyla  konuşuyor az önce Nil'in odadan getirdiği projenin son dokunuşlarını yapıyordum. O sırada Eymen "Hadi oyun oynayalım." dediğinde dakikalar içinde herkes bir daire şeklinde oturmuştu. Eymen elindeki cam soda şişesini ortamıza koydu ve oyunun basitçe anlattı. "Doğruluk ve cesaret gibi. Şişenin ucu kime çıkarsa diğer ucun işaret ettiği kişiye sorar." dediğinde oyun inanılmaz hızlı bir şekilde başladı.

Göktuğ Eymen'e sordu. "Kaskın çakma mı lan?" dediğinde kıkırdadım çünkü bu soruyla sürekli onu rahatsız ederdi ama Eymen asla cevap vermezdi. Kaskı gördüğümüz en pahalı kasklardan biriydi. Eymen pes ederek başını salladığında abim yumruğunu havaya savurdu. "Biliyordum!"

Şişe bir kere daha çevrildi. Kerem Nil'e soracaktı. İkisinin bakışları birbirine kilitlenirken soruların git gide zorlaşacağını biliyordum. Özellikle bu ikisinin arasındaki çekim sebebiyle Kerem'in merakını gidermesi gerekiyordu. "Bu odadan birini öpecek olsan kimi öperdin?" dedi cevabın kendisi olacağından emin bir şekilde. Bu ise Nil'i tanımadığını gösterirdi, ya da kendini çok yakışıklı bulduğunu. Ancak ben eğer Nil'i tanıyorsam asla onu söylemezdi, bu onun taktiğiydi ve her seferinde işe yarardı.

"Selen'i." dediğinde kahkaha atarak geriye devrildim. Odada Kerem dışında herkes gülüyordu şuan ve bu en çok da Nil'in hoşuna gidiyordu. En sonunda doğrulduğumuzda şişeyi çevirdim.

Ben Atlas'a soruyordum. Bakışlarımız kenetlendiğinde onda özgüveni gördüm ama ben ne soracağımdan emin değildim.  Onda merak ettiğim çok şey vardı ama soracağım soruları diğerlerinin yanında yanıtlamak istemeyebilirdi. Ben de onu böyle kötü bir duruma sokmak istemezdim. Sonuçta ona borçluydum. Ben de bugün boyunca merak ettiğim şeyi sordum.

"Neden dün akşam beni sen bırakmak istedin?" diye sordum. Aras da merakla öne eğilirken odayı sessizlik kapladı. Herkes soruların kızışmasını bekliyordu ama bu kadar hızlı olmasını beklemiyordu. Yine de bu sorunun aklımda kalmasını ve benim yanlış anlamamı istemiyordum. Gülümsedi. Yine ve yine ve yine. "Sadece evim yakın diye Selen. Sen ne sandın ki?" diye sordu alaya alarak. Ama ses tonundan ve bakışlarından bu söylediğinin doğru olmadığını biliyordum. Onun bakışlarında da sanki bunu daha sonra konuşmamızı söylermiş gibi bir ifade vardı. Ben de buna uydum.

Atlas bir daha çevirdi. Göktuğ Kerem'e sordu. "Buraya yeni taşından kardeşim. Umut vadeden birini bulabildin mi?" diye sordu imalı bir sesle. Kerem'i tanımıyordum, Nil'in inadına inatla da karşılık verebilirdi, şakaya başvurabilirdi, ya da gerçekleri söyleyebilirdi. Üçüncü seçeneği seçti. Nil'e kaçamak bir bakış atarak dudaklarını yaladı. "Var." Bazılarımız tezahürat yaparken bazılarımız kahkaha atıyordu. Ama Nil ve ben birbirimize bakarak gözlerimizle konuştuk. Ben kaşımı kaldırırken o omuz silkti. Eymen herkesten hızlı davranarak şişeyi çevirdi.

Abim bana soruyordu ve bu kesinlikle olmamalıydı. Yıllardır sormadığı sorular vardı ve her fırsatta sormaya çalışıyordu fakat ben kaçıyordum. Şimdi ise kaçamayacağım bir fırsat yakalamıştı ve bunu sonuna kadar kullanacağını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Bakışları bana döndüğünde gerginlikle dudağımı ısırarak  yapmaması için kaş göz yaptım ama beni görmezden geldi. Ben bıkkınlıkla nefesimi verirken o vurucu soruyu sordu. "O geceye geri dönebilsen babamı ve beni öldürmek pahasına-" derken sorunun nereye gideceğini anladığımda etrafa tedirgin bir bakış atarak lafını kestim. "Abi." dedim uyarıcı bir sesle. Atlas'ın bunu  bilmesini istemiyordum. Diğerleri de sadece annemin öldüğünü biliyordu çünkü beni onun cesedinin başından alan ve ayakta kalmamı sağlayan onlardan başkası değildi.

Atlas kaşları çatık bir şekilde bana bakarken diğerleri hem endişeli hem meraklıydı. Olayın tamamını bilen Nil ise sanki bana yardım isteyip istemediğimi soruyordu. Bu sessiz sorusuna yanıt olarak diğerlerine çaktırmadan elimle beklemesini işaret ettim. O da minik bir baş hareketiyle beni onayladı.

Yine de abim sert yüzüyle devam etti. Bu konu bana karşı acımasız olduğu tek konuydu. "Babamı ve beni öldürmek pahasına annemi yaşatır mıydın?" dedi ve son darbeyi vurdu. Atlas'ın bakışlarına şaşkınlık otururken ben de ona bakmadım ama göz ucuyla gördüm. Annemin öldüğü gece olanlar üzerime gelirken nefes alamadığımı hissettim. Geçmiş sert çizmesiyle kaburgalarımı eziyor bana işkence diyordu. Ben nefes almaya çalışırken abim sadece duygusuz gözlerle bana bakıyordu. O gece olan her şey babamın suçuydu. Benim bu sorudan sert bir darbe yediğimi fark eden Nil elini nazikçe omzuma koydu, bana burada hemen arkamda olduğunu hatırlattı. 

Bu soruya cevabım vardı ve korkutucu olan da buydu. Cevabı söyleyecek cesaretim olmadığından ayağa kalktım ve salon kapısına ilerledim ama abim cevabı almak konusunda kararlıydı. O da ayağa kalktı ve sert sesiyle "Selen." dediğinde bir sonraki adımım havada kaldı. Yine de ona dönüp bakamadım, buna bile cesaretim yoktu. "Bana cevap vermelisin." dedi benim için dünyadaki en dayanıklı kişi sesi titreyerek. Her şeye benim için göğüs geren abim bu sefer beni bu darbeden korumadı ve sırtımı açıkta bıraktı. Oklar ve bıçaklar saplanırken tek yapabildiğim acı dolu gözlerle dönüp abime bakmak oldu.

Başımı iki yana salladığımda dudaklarında acı dolu bir gülümseme belirdi. "Bunu herkesin içinde yapmaktan nefret ediyorum ama beni buna zorunlu tutuyorsun. Şimdi korkaklık etme ve cevap ver." dedi her bir kelimesiyle derimi yüzerken. Bu sefer canımı bu kadar yakmasına öfkelenmeye başlamıştım. "O zaman yapma. Tek başımıza konuşalım." Abimin sınırı aşılmıştı ve buna ben sebep olmuştum. Daha fazla içinde tutamadı ve tüm acısını üzerime kustu. "Olmuyor amına koyayım. Yıllardır deniyorum ben! Şimdi bana cevap ver. Ama veremezsin değil mi? Çünkü o gecenin senin de suçun olduğunu biliyorsun!" Son cümlesiyle tüm sesler bir çınlamaya dönüştü.

Senin suçun, dedi abim.

Senin suçun, dedi annem.

Senin suçun, dedi geceler boyu tükenmeyen ama beni tüketen, içmeye başlamama neden olan kabuslarım.

Abim de fazla ileri gittiğinin farkındaydı ve bakışlarına pişmanlık oturdu. Gözlerim dolarken gülümsedim ve ona adım adım yaklaştım. "Selen..." dedi abim ama bu sefer ona sağır olan ben oldum. Acı çekiyordu çocukluğum, acı çekiyordu annemin öldüğü geceki genç kız, acı çekiyordu şimdiki ben. Abim sanki kızgın bir demiri göğsüme bastırmıştı ve derimi yakıyordu. Tam dibine kadar ilerledim ve çenemi kaldırdım. Dolu gözlerime rağmen ruhtan yoksun bir şekilde ona baktım çünkü ona olan sevgimi kalbimin derin karanlık kuyularında aramama rağmen bulamıyordum. 

Yine de yanağımdan bir yaş aşağı kayarken gülümsedim. Ne neşe ne de sevgi vardı bu gülümsemede, hırs ve öfke vardı. "Biliyor musun abi, o geceye geri dönebilecek olsam bir kere değil onlarca kere öldürürdüm ikinizi. Gözümü bile kırpmadan." dedim ve onun gözleri saf bir şaşkınlıkla açılırken ben de tüm nefretimle arkamı dönerek salondan çıktım. Merdivenleri çıkarken göz yaşlarımı engelleyemedim. Ben mutluyken bu sefer elimden neşemi alan geçmişim değil şimdim oldu. Odamın kapısını ardımdan kapatırken ışığı bile açmadım. Elimi saçlarıma geçirirken derin nefesler almaya çalıştım. Yine panik atak geçirmemeliydim, bunu uzun süre önce aşmıştım. 

Oda üzerime gelirken kollarım titremeye başlamıştım. Derin nefesler Selen. Derin nefesler. Göğsüm hızla inip kalkarken boğazım tıkanmış gibi hissediyordum. Ağlarken hıçkırmamak için elimle ağzımı kapatsam da bu boğuk hıçkırıklarımı engellemedi. Enerjim kalmadığından dizlerimin üzerine çökerek nefes alma çabası içerisinde elimi boğazıma geçirdim. Tırnaklarım etime geçerken acıyı hissetsem de tepki veremedim.

O sırada kapı tıklatıldı ama ben kendimi sakinleştirmekle meşgul olduğumdan kapıdaki kişiye yanıt veremedim. Kapı hızla açılırken sırtımı duvara yasladım ve kendi kendime tekrarladım. Sakin ol. Yine de bu gelenin Atlas olduğunu kıyafetlerinden anladım, yüzüne bakmaya ise gücüm yetmedi. Atlas kapıyı çarparak büyük bir endişeyle yanıma çömeldi. Benim için mi bu kadar endişelenmişti? İlk başta panikle ellerini nereye koyacağını bulmadı ve bakışları tüm vücudumda dolaştı. En sonunda altın gözleri ellerime kilitlendi ve ne yapacağına karar verdi. Ellerimi sıkıca tutup canımı yakmadan boğazımdan çekti ve her zamanki soğukkanlı haline büründü. Yine de hala telaşlı olduğunu anlayabiliyordum.

"Tamam Bela, buradayım, yanındayım. Ama sorularıma cevap vermezsen sana yardımcı olamam. Şuan panik atak mı geçiriyorsun?" diye sorduğunda zorlukla başımı salladım. Buna memnun olmuş olacak ki gözlerine daha sakin bir ifade oturdu. Yine de hala hızlı hızlı beni inceliyordu. "Pekala Bela, ilaçların var mı?" Elbette vardı, antidepresanlar ve birkaç ilacımla birlikte çekmecemdeydi. Bunu söylersem bana yardım edebilirdi. Elimle çekmecemi gösterdiğimde öyle bir hızla ayağa kalkarak oraya ulaştı ki şaşırmadan edemedim. İlk olarak yanlış çekmeceyi açtı ve hızla karıştırdı ama orada olmadığını görünce yanındaki doğru çekmeceye geçti. Büyük ihtimalle gördüğü o kadar ilaçtan sonra kaşları çatıldı ama doğru ilacı aldı ve masada gördüğü su şişesini de alarak yanıma çömeldi.

Ben ikisini hızla içerken beni endişeyle izledi ama o da ben de sakinleşmiştik. Artık daha rahat nefes alabiliyordum ve ne kadar kabul etmek istemesem de onun buradaki varlığı da beni rahatlatmıştı. Benim iyi olduğumdan emin olduğunda konuştu. "Yatmak ister misin?" dediğinde pislik iması karşısında kaşlarımı kaldırarak ona baktım. O ise sırıtıyordu, öfkeyle ona sataşmak için ağzımı açtım. "Şerefsiz adam. Ne kadar ayıp!" dedim alaya alarak ama o an bunu beni konuşturarak sakinleştirmek için yaptığını fark ettim. Bu içimi ısıtırken kolunu belime doladı ve ayağa kalkmama yardım etti, ben de kolumu onun omzuna dolarken beni yatağa oturttu. Ben yavaşça uzanırken o da yatağın ayakucuna oturup bağdaş kurdu.

Uzanıp örtüyü beceriksizce üzerime çektiğimde benim her hareketimi inanılmaz bir sakinlikle izledi. Ama ayaklarımın açıkta kaldığını fark ettiğinde o kısmı da düzeltti. Başımı yastığa koyarken yorgunlukla gözlerimi kapattım ve derin bir nefes verdim. "Keşke senin gibi olsam, ağlamak yerine gülebilsem." dedim kendimden beklemediğim bir itiraf ile. Ama bir şekilde ona borçlu hissediyordum. Ama bunları neden yaptığını hala anlamıyordum. O da burukça gülümsedi ve gözlerini odanın gri halıyla kaplı zeminine çevirdi. "Umarım benim gibi olmazsın." dediğini duydum ama o kadar kısık sesle söylemişti ki odam bu kadar sessiz olmasa hayatta duyamazdım. Kaşlarım çatık bir şekilde ona bakarken o bana bakmadı.

O an  içinde olduğumuz durumun aslında ne kadar garip olduğunu fark ettim ama ikimiz de yadırgamıyorduk. Ve bunun böyle devam etmesini diledim. En sonunda bakışları bana döndü ve orada şefkati gördüm, bu beni nedense daha iyi hissettirdi. "Şuan istemeyebilirsin ama..." dediğinde cümlenin devamını getiremedi ve dudaklarını yaladı. Onu ilk defa bu kadar gerçek gördüm, sonuçta bana her zaman güçlü yanını gösteriyordu. "Eğer bir gün istersen bana olanları anlatabilirsin." İçim sıcacık oldu ve bu sefer sırtıma siper olan başka biri geldi. Abim çekilirken o benim için siper oluyordu şimdi. 

Oysa hissediyordum kaldıramayacağı kadar çok acı çekiyordu, belki geceleri benim gibi uyumasını engelleyen kabuslar görüyor, motosikletinin üzerinde hiçbir şeyin önemi kalmamış gibi ölümle oynayarak inanılmaz hızlı sürüyordu ama şimdi... Şimdi benim de yüklerimi sırtlanmak istedi. Daha iki gün önce tanıştığım bu oğlan darağacında yanıma asılmak istedi.

Ona nazikçe gülümserken "Teşekkür ederim Atlas." dedim ve gözlerim yorgunlukla ağır ağır kapanmaya başladı. Ben gülümserken o da bana gülümsedi ve onun gülümsediğini görmek beni mutlu etti. Odamdan çıkmadan önce son dediklerini duymadığımı sanıyordu belki de ama ben duydum. "Asıl ben teşekkür ederim Bela, beni tekrardan yaşıyormuş gibi hissettirdiğin için."




You are reading the story above: TeenFic.Net